Ferman Karaçam yazdı: İbrahim Yekeler

Hayat dediğin ne ki?

Bir gölgelenmek zamanı kadar kalıp sonra gidiyoruz.

Yani, burası sahiden bir gölgelik.

Üstelik giderken yanımıza o, canhıraş kazandıklarımızdan hiçbir şey almadan gidiyoruz.

İbrahim de gitti.

Birlikte gölgelendiğimiz zaman içinde, şehadet ederim ki çok güzel bir insandı İbrahim.

Dava adamlığı, arkadaşlığı, dostluğu, ahlakı, yöneticiliği, mütevaziliği, yardım severliği.. ile tanıdım onu.

En önemlisi de cesareti ile.

1977 Yılının ilkbahar aylarıydı, ülkücü grupla aramızda bir süreden beri devam eden gerginlik, sonunda birinci yurtta patladı.

Yurdun giriş katında MTTB’liler olarak biz, üst üç katında da ülkücü gençler kalıyordu.

Akşama doğru bizim katın önünden üst katlara olan girişi karyolalarımızla kapattık.

Yani ülkücüler ne yurda girebilir, ne de çıkabilirlerdi.

Gece saat üçe kadar; Emniyet Amiri, Vali, 7. Kolordu Komutanı o zaman Başkanımız olan D. Hasan Aktürk’le birlikte dışarıdan gelip, direnişi içeriden yöneten “Arap Salih’le “ görüştüler, direnişten vaz geçmemizi istediler.

Fakat diğer yurtlarda kalan arkadaşlarımızla birlikte, bir yurtta toplanmak şeklindeki isteğimiz karşılanmayınca, direnişe devam ettik.

Ettik ama, gece saat 03’de yurdun hemen girişine, merdivenlerin başlangıcına, üç adet sis bombası attılar.

Bir süre sonra dumanlar içinde kaldık, gözlerimiz yaşarıp, bakışlarımız bulandı ve yarı baygın hale geldik.

Kolumdan sürükleyerek büyükçe bir askeri servis otobüsüne bindirdiklerini hayal, meyal hatırlarım.

Tam olarak kendime geldiğimde, tüm birinci yurt arkadaşlarımızla birlikte, bir çoğumuz terlik ve pijamalı olarak, askerlere ait, demir sandalyeleri olan bir yemekhanedeydik ve üst sınıfların önceden, benim de sonradan tanıdığım yedek subay Mustafa İsen ortalıkta canı sıkkın bir şekilde tur atıyordu.

132 kişiydik.

Bu nezaretten epey bir süre sonra kurtulduk ama, bir kısmımız hafifçe dayakla, bir kısmımız işkenceyle, bir kısmımız hapisle ve bir kısmımız da kaçarak kurtulduk.

Aradan bir vakit geçti, birinci yurdun üst katlarında kalıp, bizim sınıfta olan ve bu olaydan etkilenen ülkücü birkaç kişi bana sınıfımızda saldırdılar eğer, Mithat Balcı imdada yetişmeseydi ….!

Gündüz Atbaş bizim fakültenin başkanı, ben de bölümümüzün sorumlusuydum.

Gündüz, Edebiyat Fakültesinden bir grup MTTB’li arkadaşımızla beraber gelip bizi sınıftan çıkardılar.

Arkadaşlar beni ortalarına aldılar, yurda doğru gidiyoruz, bir tarafta 300-350 kişilik ülkücü grup, diğer tarafta o sayıya yakın bizim grup, ortada her iki grubun Başkan ve yöneticileri olayı yatıştırmaya çalışıyorlar.

Tam o sırada İbrahim…!

Elinde o meşhur demir lamamız, gözleri kararmış, “ …Ula Fermanı dövmüşler, Fermanı dövmüşler…” diye koşarak geliyor, uzaktan sesini duydum, kucakladım….

Erzurum’dan İstanbul’a, Siyami Ersek’e gelişini birlikte konuştuk, sonunda karar verdi, geldi.

Uzun zaman Hastaneyi, tarihinde hiç olmadığı kadar iyi yönetti ama, sonunda çok üzdüler kardeşimi, Numune Hastanesi’nde de Başhekimlik yaptı bir süre.

Benim kalp doktorumdu, yıllardır yakından ilgilenir, Ahmet Kara’nın vefatında beni adeta korumaya aldı, Raşit Küçük Hoca’nın kalp doktoruydu ve son zamanlarda Raşit Hoca ile çok yakından ilgilendi, Hoca onu çok severdi, dün, saat 18’e kadar duymamıştı, öğrenince çok üzüldü.

Çoğu kimse bilmez ama, İbrahim’in bir şiir kitabı da vardır.

Hassas, zeki, dost ve arkadaş canlısı bir kardeşimizdi.

Davasında samimi, dostluğunda içten, işinde disiplinli, sevecen ama, çalışkandı ve çalışanlar onu çok severlerdi.

Allah (cc), İbrahim kardeşimizi rahmeti, cenneti ve Cemal’i ile taltif eylesin, ruhu şad, makamı âli olsun.

Yedi Gündem

Abone Ol

Giriş Yap

Gerçekçi Haber ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!