İşte Esra Elönü’nün “Ali Erbaş’ın kılıcından keskin Barış Hutbesi” başlıklı o yazısı;
Yine tarih kitaplarına bir sayfa daha eklendi. Allah bereket versin.
24 Temmuz, günlerden bir gün değil benim için. Ayasofya’nın kursağında kalan o düğüm düğüm duaların , haçlı hevesini tarumar ettiği tarih. 24 Temmuz Ayasofya’nın üzerine çöken İbrahim hüznüne karınca karınca Tekbirler taşıdığımız tarih. Bilirsiniz ki taşlar gediğine otururken altındaki bütün haşerat da kökünden kurumuş zehrini tazyikle dışarı kusar. Öyle de oldu.
Her topraktan insanın yeşereceği dala koşması gibi bir gün. İnsan yıllardır beklediği içindeki kıyamı secdelere anlatmak coşup coşup duruldu. Sen susturduğunu sanırsın o Allaha anlatır. İçimizdeki gür sessizlerin tekbirleri Ayasofya diye arşa koşarken cehiller susacak mı sanırsın.. Susmadılar.
İstiyorlar ki Bütün haçlının nefesi senin bir duanı bastırsın. Hakikatin deşilsin, kökün çekilsin yer altından peşkeş, toprağın tasmalansın , hasette hasadı kar saysınlar, sen uzat boynunu leş zincirleri dolayıp boynuna seni iman dolu göğsünden vursunlar, cismini boğup ruhunu şeytanın lokmasına katık etsinler seni zayii olurken seveceklerdi anlasana. Bu sefer öyle olmadı.
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş muhteşemliğe isabet fikirde müebbet bir fetih hutbesi verdi. Kelimeler ata binmiş, cümleler Fatih olmuş. Soluklar Akşamseddin’in vakarına namzet. Bir tarafta Fazıl’ın necip hıçkırığı, diğer tarafta Nuri Pakdil Aksaya dönmüş “sıra sen de mabedim” diye sıklaştırmış hüzün kuşlarını safında adeta. Elinde kılıç , o kılıç ki çıkmış 86 yıllık bir gurbetin kınından .
Sinekten yağ sağar gibi sevinçten yağlı bir nefret süzmeye çalıştılar. Baktılar ki her şey muazzam , kimi hüznün kefenini sevinç secdesiyle yırtıyor bir köşede, kimi Hacer’in Safa ile Merve arasında yakarışı gibi secdelerden kıyama koşuyor, matarasında son şehadet damlasını imanıyla tazeleyen ecdadın ruhu da orada. Bir şey aradılar bilirsin bu topraklarda her sevincin hevesi besleme medyanın kursağına bakar.
Ve Bir manşet “Lanet okudular”.
Ali Erbaş yolunda yürürken haksızlığa iftiraya uğrasın diye delirenlerin son cenki şöyle “Diyanet İşleri Başkanı Atatürk’e lanet okudu”. Bu yalanı atmak için hangi nefrete yalandınız bilinmez ama hakikatin tozu sizin genzinizi yakacak değildi ya.. Pişkinlik yüzsüzlük sizin ruh aksesuarınız olmuş. Tak ve çık .
Ali Erbaş “Fatih Sultan Mehmet Han, gözbebeği olan bu muhteşem mabedi kıyamete kadar cami olmak kaydıyla vakfedip müminlere emanet bırakmıştır. Bizim inancımızda vakıf malı, dokunulmazdır. Dokunanı yakar. Vakfedenin şartı vazgeçilmezdir, çiğneyen lanete uğrar”.
Fatih Sultan Mehmet’in vakfiyesine matuf bu sözleri söylemiş. İçinde sizin söylediğiniz sinekten yağ sağarak nefret saçarak sıkıştırarak hedef gösterdiğiniz hiçbir şey yok. İtham ederken beyninizi çok mu sahipsiz bıraktınız anlamış değiliz. Ve konuyla ilgili açıklaması şöyle ;
Genel olarak vakfiyelerin sonu, vâkıfın bedduasıyla biter.
“Bu vakfımı kimler amacı dışında kullanırsa Allah’ın, meleklerin, peygamberlerin, tüm Müslümanların laneti onların üzerine olsun” şeklinde.
Ben de hutbede buna atıfta bulundum.
Sadece Ayasofya’yı değil tüm vakıf mallarını kastettim.
Geçmişi değil, bundan sonrasını kastettim. “Uğramıştır” demedim, “Çiğnerse lanete uğrar” dedim.
Burada Atatürk’le ilgili bir söylem ima itham var mı ? Hayallerinizdeki olmadı diye gerçeğin namusunu boğazlama hırsı nereden geliyor. Bir de şöyle buyurmuşlar “ Ali Erbaş İstifa et” . Yahu siz kimsiniz? Bir derya bin batağa boyun eğer mi? Yıllık oturan Boğa günlük vızıldayan sinekler bizi 86 yıldır kursağımıza dizilen hakikat hevesimizden geri durdurabilir mi ?
Şunlara bakar mısınız? Bir de o cücük beyinlerine rüzgar değdikçe gıcırdayıp hakikatle savaşmaya kalkıyorlar. Dertleri ne Ali Erbaş Hoca ne de makamı. Dertleri İslam, dertleri Fetih, garezleri Fatih..
Olmayacak, siz ürüdükçe yürüyeceğiz. Siz sıçradıkça yükselecek hakikat. Siz kısmaya çalıştıkça o gür sedayı ,
Dört minareden haykıracağız Ayasofya’nın kıyamını..
Abone Ol